İlk önce görevimizi yapıp “Allah rahmet eylesin” diyelim. Başta onun bir devlet adamı olduğunu belirtmek gerekir. Ama, “ölünün arkasından konuşulmaz” klasik söyleminin ötesinde siyasi kişiliği ve eylemlerini tartışmak hakkımızdır.
Aktif siyasi yaşamı sırasındaki fikir ve icraatlarının büyük çoğunluğuna katılmadığım Demirel, ne gariptir ki asla nefret ettiğim bir kişi olmamıştır. O her zaman takındığı zekice tavır ve sempatik hali kendisine olan kızgınlığımızı yumuşatmayı becermiştir.
Hele cumhurbaşkanı olduğu dönemde sadece yasal hakkımız olan sendikacılık faaliyetlerimizden ötürü yasaklı pilotlar durumuna düştüğümüzde, yine bizlere tek yardım eden kişi olmuştur. Kendi adamlarından oluşturduğu THY yönetimine bizlere haksızlık yapıldığını söyleyip durumun düzeltilmesi için gerekenin yapılması emrini vermiştir. Gerçi o filmin sonu THY yönetiminin hırs ve hıncından ötürü kötü bitmişti ama olsun rahmetli, demokrat ve tarafsız bir cumhurbaşkanı olmanın en güzel örneğini vermişti.
Siyasi hayatımıza kazınan sözleri ile tarihteki yerini alan Demirel, Cumhuriyetin aydınlanmacı yüzüne kara perde çekmede kendine düşeni yaparken karşı mücadelecilerden birçok aydın ve vatanseverin canını yakmaktan da geri durmamıştır. Yitirilenlerin acılarını ve onların kayıpları nedeniyle ülkenin kaybettiklerini görmezden gelmek sadece balık hafızalı duygusal ahmaklığımızın delili olur.
Vefatı ile başlayan televizyon yayınlarında sürekli “Cumhuriyet” vurgusu yapan Demirel şöyle konuşuyordu: “Cumhuriyet sayesinde İslamköy’de ilkokul vardı, okudum. Devlet okuttu ortaokulu bitirdim. Cumhuriyetle başlayan eğitim seferberliği ürünü İTÜ’yü bitirdim.” Evet, doğru tespitler ve minnet dolu sözcükler. Sadece kendisi mi? Anımsayalım, siyasi hayatımızın en etkili isimleri, Necmettin Erbakan, Turgut Özal ve diğerleri de Cumhuriyetimizin övünç kaynağı İTÜ’den mezun olmuşlardı. Orada aydınlanmanın, akılcılığın ve bilimin hurafeyi galebe çaldığı bir eğitim sistemiyle donatılmışlar ve devletin çok önemli mevkilerinde görev almışlardı.
Peki, kendilerini o yerlere getiren Atatürk devrimlerinin kıymetini bilip o felsefeye sahip çıkmışlar mıdır? Hiç sanmıyorum. Eğer öyle olup, o değerlere sıkı sıkı sarılsalardı, kendilerinden sonra gelen nesiller daha nitelikli olacak ve ülkemiz bugün Avrupa’nın belki de en gelişmiş ülkelerinden biri olacaktı. Onlar ne yaptı; iktidar uğruna kolaycılığı seçip emperyalistlerin kucağına oturup muhafazakarlık, faşizme varan milliyetçilik, etnik ve mezhep ayrılıkçılığı ve din simsarlığını tercih ettiler. Acımasız kapitalizme ve onların ağababalarına teslim olup ülkeyi sömürge haline getirdiler.
Bugün gelişmiş batının sadece müşteri gözü ile baktığı geri kalmış bir ülke olmamak için savaş veren aydın ve vatanseverlere olmadık işkenceler yaparken masum insanları diri diri yakanlara sahip çıktılar. Niteliksiz eğitim ve yoksullaştırılmış halkla ülkeyi yıllarca geriye götürdüler. Ama bu arada yandaş ve yalakalarını abad etmeyi ihmal etmediler. Hal böyle olunca kalite giderek bozuldu ve arkadan gelen siyasetçiler rol model aldıklarını fersah fersah geçtiler. Yılmaz’lar, Çiller’ler ve diğerleri ile iyice bozulan siyasetin ortak paydası; talan, hırsızlık, peşkeş çekme ve doğa tahribatı oldu. Bu çöküş, tüm bu kokuşmuşluğu ziyadesiyle muhafaza ederken üstüne bir de din istismarını ekleyince 17-25’e kadar gelindi. Bugünkü siyasi manzara mide bulandırıcı bir haldeyse, bunda kimlerin payı olduğu apaçık…
Günümüzde tümüyle tahrip edilen eğitim sistemimize ilk darbeyi vuran kendisidir. Cumhuriyetin okullarında okumakla övünen Demirel, çıkardığı bir yasa ile kardeşini özel okul sahibi yapmış, meşhur Yükseliş Koleji ile başlayan özel okul furyası, giderek anaokulu seviyesinden üniversite boyutuna kadar tam bir kepazeliğe dönüşmüştür. Ama bu ülkede bir tane dahi özel imam hatip okulu yapılmamıştır. Bu niteliksiz kurumlarda aklın da bir tarafa koyulması ile başlayan süreç ülkeyi bu günlere getirmiştir.
Üniversite rektöründen siyasetçiye, Tübitak başkanından Komutanlara, devlet kurumlarındaki yöneticilerden bürokrasiye kadar her kademede yaşanan yetersizlik, ülkemizin ve devletimizin geleceğini tehdit eder bir duruma gelmiştir. Ve ülkenin uzun yıllar toparlanması söz konusu değildir. Çünkü yeni yetişen gençler başarılı insan tanımına örnek aradıklarında karşılarında hep yalaka, çıkarcı ve riyakar insan tipini görmekteler.
İktidar yalakası NTV televizyonunda yapılan cenaze yayınında konuşan işadamı Cavit Çağlar, her dönem güçlünün yanında yer alan gazeteci Yavuz Donat’a, Süleyman Demirel’e onun aile resminde yer alacak kadar yakın olduğunu anlatırken beraber yaptıkları mücadeleden bahsediyordu. Biz ise onu tekstilci bir işadamı olarak devlet bankalarından aldığı kredileri nasıl batırdığı ile hatırlıyoruz. Gerçi Demirel’in son başbakanlığı esnasında o da parlementoya girmiş hatta o kredilerini batırdığı devlet bankalarından sorumlu devlet bakanı olmuştu. Haaa! O krediler mi n’ooldu? Haliyle sıfırlandı tabi.
Aynı anda kadraja Demirel’in yakın adamı girdi. Erman Yerdelen. Şu anda NTV’nin yönetim kurulu başkanı… Baba ile beraber yaptıkları demokrasi mücadelesinden bahsetti uzun uzun ve “çok bedel ödedik” dedi. Gülmek mi lazım, ağlamak mı? Bilemedim. Konu ile ilgili olanlar kendisini, 12 Eylül döneminde Zincirbozan’dan gelen Demirel’i Atatürk Havaalanı’nda eskiden B kapısı denen yerde karşılarken alçak tel örgülerin üstünden aprona atlayıp Demirel’in eline yapışması ile tanırlar. Ne bedel ödemiş keşke anlatsa da öğrensek. Eh, tabi Demirel son başbakanlığında onu THY Yönetim Kurulu Başkanı yaptı. O da bel kırmaların el öpmelerin karşılığını almış oldu.
Ama ne var ki KOÇ’tan devşirilen Tezcan Yaramancı ile kurt havacı Atilla Çelebi, onu hiçbir işe karıştırmadan bir kenarda oturttular. O da herhalde üzüntüsünden teşrifat işleri ile bazı hosteslerin sorunları ile ilgilendi. Hostes arkadaşlarımızı o kadar severdi ki, THY’den ayrılıp NTV’ye geçtiğinde bile onların dertleri ile ilgilenmeye devam etti. Onlara “burada heder oluyorsunuz, gelin sizi spiker yapayım” derdi. Bu kadar iyi niyetli demokrasi aşığı Erman Bey, göreve başladıklarında hayırlı olsuna giden sendika yönetimine yekten “biz buraya sendikayı bitirmeye geldik” demekte hiç bir mahsur görmemişti. Ne de olsa demokrasi uğruna çok bedel ödemişti.
Geçen yıl Isparta’da Süleyman Demirel müzesi açıldı. Açılış töreninde CHP Muğla milletvekili sanatçı Tolga Çandar vardı. Demirel’in sevdiği türküleri söyledi. Yanında bir tek Kemal Kılıçdaroğlu vardı. Çok bedel ödemiş demokrasi aşıklarından ve yakın yalakalarından kimse yoktu. Çünkü kral ölmüştü, yaşasın yeni kraldı. Onlar patronları ile birlikte yeni kralın ülkemizi nasıl uçurduğunu anlatıyorlardı TV kanallarında. Neticede onları Türkiye’nin başına musallat olan bu sistem eğitmişti, normaldi.
Doğal olarak CHP de yapması gerekeni yapıyordu. Diğerleri gibi “yeni Türkiye” demiyorlardı ve tarihine sahip çıkıyordu. Nasıl olsa Süleyman Demirel yakında tarih olacaktı. Oldu da. Işıklar içinde yatsın.