Oteller her zaman yörenin geçici konuklarının yalnızca bir barınağından öte, çevresiyle yaşayan –kâh gelişen, kâh yok olan- canlı varlıklardır. Her otel ayrı bir kişilikmiş eskiden! Tekelci kapitalizm artık özgünlüğe tahammül edemiyor: Aynı markanın otelleri belli bir konsepte göre tefriş ediliyor: Biraz fonksiyonel ve mekanik ama ruhsuz. Öte yandan otel zincirlerinde bile ayırd edici özellik, kendi yerine ait olma ve çevresiyle sıkı ilişkisidir... Otellerin gelişiminde ulaşım kolaylığının 19yy başından itibaren artmasının da çok büyük payı vardır. Aslında Müjde ve Sevan Nişanyan’ın “Küçük Oteller Kitabı”ndan bir paragraf benim de duygularıma tercüman olmaktadır: “Tek tip ruhsuz odalardan, bin kişinin aynı anda yemek yediği restoranlarında birbirinin eşi açık büfelerde sanayi tipi kahvaltılardan, klor kokulu havuzlarından, bir örnek kesilmiş çimlerinden, profesyonel animatörlerinden, üniforma giydirilmiş garsonlarından nefret ettik.”
Eski zamanlarda bizim kültürümüzde “kervansaray, han”, Avrupa’da “inn” olarak başlayan geçici konaklama mekanları olarak otel, günümüzde değişik taleplere göre hostel, motel, pansiyon, butik otel, apart otelden yedi yıldızlısına kadar çeşitlenmiştir.
Elbette konuk taleplerine göre çeşitlense de otel odalarından belirli beklentiler vardır. Özellikle havaalanları ve otobüs, tren garlarında sadece bir sonraki aracı bekleyenler için ses-ışık izolasyonlu odalar önemlidir. Banyo-tuvalet gibi temel kişisel temizlik konforunun yanına eskilerde telefon, günümüzde internet ve uydu kanallı televizyonlar özellikleri eklenmiştir. Sahi televizyondan önce insanlar otel odalarında farklı neler yaparlardı?
En mütevazisinden en gösterişlisine kadar tüm otel girişlerinde önce resepsiyonla karşılaşılır. Ardından merdiven ve asansörle çıkılan katlarda koridorlardan odaya ulaşılır. Resepsiyon-lobi (küçük otellerde olmayabilir) ve odaya kadar geçen yolculukta iyi ve günün saatine uygun aydınlatılmış mekanlar insana ferahlık verirken, havasız ve kötü kokulu, karanlık koridorlarda baştan olumsuz duygular yüklenilir! Otel içindeki yönlendirme tabelalarının önemi başkadır. Ergonometri bilimine aykırı tabelalar konuklara sıkıntı, zaman kaybı ve yorgunluk, görevlilere de gereksiz özür dileme katar.
Odaya girilince valiz, çanta şöyle bırakıldıktan sonra hemen keşfe çıkılır: Nerde ne var? Nasıl ve ne kadar çalışır? Bir de pencereden manzara kontrol edilir. Sıcaklık ve ışık ayarı, ardından bir duş ve yorgunluğa bağlı olarak uyku önceliği çok gezenler için vazgeçilmezdir.
Eskilerde otel odalarından bulaşan lejyoner, paçavra vb.hastalıklar günümüzde azalarak sürmektedir. Ancak temizlikte kullanılan aşırı miktardaki kimyasallar, müşterilerde allerjik hastalıklara neden oldukları ayrı bir gerçektir. Bir de çok sıcak ve nemli bölgelerdeki otellerde klimalardan kaynaklanan üşütme ve uzantısı hastalıklar unutulmamalıdır.
Günümüzde bazı ülkelerde devasa oteller yapmak ayrı bir güç gösterisi gibi oldu. Şangay’da Pearl Tower içindeki Park Hyatt, Singapur’da Marina Bay Sands, Dubai’deki Burj Al Arab vb. bunların en uç örnekleri... Elbette meraklılara otelde gezi için belirli bir ücretle tatmin olmalarına izin veriliyor! Ama bir de yaşanmışlıkların doruğa çıktığı, ülke-kentte döneminin tarihsel tanığı oteller vardır: Paris’in Ritz, Londra’daki the Savoy, New York’ta Waldorf Astoria, evet İstanbul’un Pera Palas’ı, İzmir’in yok olmuş İspilandit Palas’ı gibi niceleri... Bunların içinde mütevazı bir şekilde günlük yaşamdan ayrılanları olduğu gibi gün geçtikçe popülerliğini arttıran kişilikli otellerin yeri başkadır. Öte yandan lüks oteller sıradan yaşamların dışında bir şeylerin hayalini de pompalar: Yıllar önce soygundan kazandıkları paralarla İstanbul Swiss Otel’de düğünlerini yapmak isteyen çiftin (Sultan Ç. ve İbrahim G.) öyküsü, taşra eşrafının -Özalizm döneminde- havaya bolca savrulan dolarlı, beş yıldızlı görgüsüzlüklerle dolu düğünlerinden çok daha ilginç bir örnekti...
Yok olsalar da dönemlerinin çekim merkezi olan tarihi oteller öykü,roman, anı, şiir gibi eserlerin satırlarında yerlerini muhafaza ederler. Talihsizlik şu ki orayı yaşayan insanlar yavaş yavaş dünyadan çekilince anılar da silikleşerek kaybolmaktadır. Bazı tarihi otelleri yeniden canlandırma çabaları olsa da eski günlerinin çoşkusunu yaşayamadan ayrı bir kişilikle varlıklarını sürdürmektedirler: Eski Büyük Ankara Otelinin Rixos ya da İzmir Büyük Efes Otelinin Swiss Oteli olması gibi örnekler çoğaltılabilir...
Otel müşterilerilerinin profilleri ayrı bir dünyadır. Pera Palas’ta Agatha Christie (411nolu oda) ile Pera Palas ve Büyük Londra Oteli’nde konaklayan Ernest Hemingway gibi popüler kişiler İstanbul’un hafızasındadır. Otel odaları bazen kaçamak ilişkilere ev sahipliği yapsa da, genel kullanımda küçük bir oran tutmaktadır. Yakın tarihimizde sabık başbakan Adnan Menderes’in Tokatlıyan Otelindeki gönül macerası hatırlardadır. Ama İzmir’de, Yunan işgalinde İspilandit Palas’taki ünlü konuklar daha farklıdır: Uşşakizade Muammer Bey (Latife Hanımın babası) ve sevgilisi ünlü şantöz Karantinalı Despina ile kaçamaklarını, işgal sona erdirmişti. Zira Karantinalı Despina’yı bu kez Yunan işgal kuvvetleri komutanı N. Zafiriu çalarak, yasak aşklarını aynı otelde sürdürmekte bir sakınca görmemişlerdi. Ünlü bayan casus Mata Hari’nin başına gelenler daha farklı bir öyküydü... Yakın zamanlardan Zeki Müren’in fuar zamanı İzmirdeki otel yaşamı magazin basınını çok meşgul ederdi...
Bazı müşteriler için çok önceleri konaklayan ünlülerin odalarında bulunmak çok anlamlı ve önemlidir. Ama günlük yaşamın kargaşalı temposunda bu ayrıntı genellikle farkında olunmadan geçilir. Elbette günümüzün sanayi toplumunun gezgin bireyleri en çok iş, biraz da tatil amacıyla seyahatlere bol bol çıkıp bir yerlerde konaklamalarına karşın, yaşamını otellerde sürdürmeyi tercih edenler (tek veya eşli) vardır. S. Zweig, William Burroughs vb. ünlüler ev yaşamına sırt çeviren ünlü örneklerdir. Ülkemizde az da olsa bu türün örnekleri mevcuttur. Ancak bu kişilerden farklı olarak, bekar otellerinde kalanlar ise çaresizliğin getirdiği zorunlulu çözümdür. Yine günümüzde gelişen apart otel, rezidans türü yaşam biçimi orta-uzun süre konaklayıcılar için farklı bir seçenek olmaktadır.
Otel müşterileri için en kötü ve tehlikeli sürpriz yangındır. Gecenin ileriki saatlerinde çıkan bir yangın, ortama yabancı müşteriler için ölümcül olabilmektedir. Hele otel içi döşemelerin yanıcılığı düşünülürse tehlikenin büyüklüğü daha iyi anlaşılabilinir. Bu yüzden otellerde yangın güvenlik önlemleri oldukça sıkıdır. Bir de Sıvas-Madımak oteli örneğinde olduğu gibi galeyana ge(tiri)lmiş, niteliği faşist-bağnaz güruhların otel yakma/linç girişimlerinin dünyada az da olsa örnekleri vardır.
Dünyada ve ülkemizde otel, edebiyat sinema, resim ve müzikte sıklıkla kullanılan bir öğedir. Yusuf Atılgan’ın “Anayurt Oteli”nden, Agatha Christie’nin “Cinayetler oteli”, Donald Michael Thomas’ın “Beyaz Otel”, Arthur Hailey’in “Otel” romanına kadar çok çeşitli örnekleri vardır. Ferhan Şensoy’un “Oteller Kitabı”ından Alain de Button’un “Seyahat Sanatı”, Enis Batur’un “Yolcu, Başka Yollar” isimli denemeleri ilk başta aklıma gelenlerdir. Nazlı Eray’ın “Benden Bana Öyküler, Mogadon Palas”, Tomris Uyar’ın “Ölen Oteli” isimli öyküleri türünün ilginç örnekleridir. Şiirde Attila İlhan’ın “Emperyal Oteli, Dördüncü Krallığım, Cinnet Çarsısı [bir tür nesir şiir]”, Edip Cansever’in “Bir Otel de Sizin Adınız”, Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Han Duvarları”, Behçet Necatigil’in “Otel” şiirleri öne çıkanlardır. Hele Edip Cansever’den çok çarpıcı bir kupleye göz atacak olursak: /Büyük kentlerin tabutlarıdır oteller /Nedense işte onlar gökyüzüne gömülürler...
Şarkıya gelince, sözleri Murathan Mungan’a ait Gülden Karaböcek’in “Otel Odaları”, Eagles grubunun “Hotel California”, Elvis Presley’in “Heartbreak Hotel”, Leonard Cohen’in “Paper-thin Hotel”, Andy Sheppard’ın “Sugar Beach Hotel”, Cassidy Feat&R. Kelly’nin hoş rap parçası “Otel” bu konuda bir çok örnekten ilk akla gelen eserlerdir.
Sinemada Wim Wenders’in “One Million Dollar Hotel”, Fransız yönetmen Sophie Marceau’nun “Trivial”, romandan uyarlama Ömer Kavur’un “Anayurt oteli”, Garry Marshall’ın “Pretty Women”, John Madden’in “The Best Exotic Marigot Hotel” ile korku filimi dalında Quentin Tarantino’nun “Otel”, Tery Georg’un “Hotel Rwanda”, Eli Roth’un “Hostel”i ilginç filimlerdir. Ayrıca yapım ve yönetmenliğini Sevinç Yeşiltaş’ın yaptığı ve bir zamanlar yayımlanan TV belgeseli “Otel Odaları”nda, yaşamını bir valize sığdırarak ucuz otellerde yaşamak zorunda kalanlar anlatılmıştı.
Plastik sanatlardan resimde ise otel odaları yalnızlık, sıkıntı, ilişkiler vb duyguları ifade eden eserler ön plandadır. Edward Hopper’in “Otel odası, Otel Lobisi, Felsefeye Yolculuk vb.”, Jack Vettriano’nun “Heartbreak Hotel II, Rooms of a Stranger”, Bibury’nin “The Swan Hotel”, John Singer Sargent’in “A Hotel Room”, Charles demuth’ un “Hotel” tabloları ilginç örneklerdir.