Zorla kaçırılan, rehin alınan veya eziyet gören bazı kişilerde sonradan bu zorbalığı yapanlara karşı bir sevgi bağı ve sempati oluştuğu, onların eylemlerinde haklılık gördükleri gözlenmiştir. Mevlâna’nın şu sözleri, bu durumun yüzyıllar öncesinden görülüp kaydedildiğinin kanıtıdır: “Kurdun kuzuyu yemeye yeltenmesinde şaşılacak bir şey yok. Şaşılacak olan odur ki, bu kuzu kurda gönül bağlamış, âşık olmuştur.”
“Cellâdına âşık olma” benzeri bu durum, pop-psikolojinin ilginç konularından biridir. Dövülen, işkence gören, ensest veya tecavüze maruz kalan insanlarda, zorla çalıştırılan fahişelerde, kaçırılan uçak yolcularında, savaş esirlerinde, tarikat üyelerinde, temerküz kamplarında ve komünist Çin hapishanelerinde tutulan kişilerde de görülmüştür; birçok filme de konu olmuştur. Sendromu tanımlayan ve Stockholm Sendromu (SS) adını yakıştıran kişi ise psikolog Nils Bejerot'tur. İsveç’in komşusu Finlandiya’nın başşehri olan Helsinki, bazen yanlışlıkla veya şaka biçiminde bu sendromun adı olarak kullanılmaktadır; yani Helsinki Sendromu aslında SS’den başka bir şey değildir. Aşağıda bu sendromun gerçek ve kurgusal örnekleri sıralanmıştır:
1. Bu sendroma adını veren olay 1973 yılında İsveç’in Stockholm şehrinde yaşandı. 23 Ağustos günü bir bankayı (Sveriges Kreditbank) soymak üzere basan soyguncular 4 banka görevlisini 6 gün (131 saat) rehin tuttu. Soyguncular banka personeline iyi davrandı, aralarında iyi ilişkiler oluştu; rehineler polisin bankayı basacağını fark edip soyguncuları uyardılar; daha sonra mahkemede soyguncular aleyhine ifade vermek istemediler, savunma ücreti için para topladılar, hattâ bir bayan görevli soygunculardan biriyle evlendi. Olay, “soyguncular bankadan para çalamadılar ama bazı insanların kalbini çaldılar” biçiminde yorumlandı.
2. 1996 yılı Aralık ayında Peru’nun Lima şehrindeki Japon Büyükelçiliğinde verilen bir resepsiyonda bir baskın oldu. Çeşitli ülkelerden diplomat, asker, işadamı ve Peru Cumhurbaşkanının annesinin de bulunduğu partiyi basan 14 gerilla yüzlerce kişiyi rehin aldı. 4 ay süren krizde militanlar rehinelerin ihtiyaçlarını karşıladı, sevecen davrandı ve çoğunu salıverdi; polisin yaptığı baskında bir rehine öldü. SS'in bir versiyonu (veya tersi) olan bu durumda, saldırganların rehinelere sempati duyar ve Lima Sendromu olarak bilinir.
3. Patty Hearst isimli milyoner kadın 1974 yılında bir terörist grup tarafından kaçırıldıktan 2 ay sonra onlarla birlikte bir banka soygunu yaparken yakalandı. Avukatları SS mazeretini kullandıysa da mahkeme kabul etmedi ve hapse mahkûm etti. Cezası sonradan Başkan J.Carter tarafından hafifletildi ve Başkan B.Clinton kendisine verilen ceza için özür diledi. 2001 yılında İngiliz bayan gazeteci Yvonne Ridley, Afganistan’da Taliban tarafından kaçırıldı; ilk 11 gün onlarla kavga etti, yemek yemedi, İslam dinini incelemesi şartıyla serbest bırakıldı. Sonra İslam dinine ilgi duydu ve 2003 yılında tutucu bir müslüman oldu. BBC’nin yakıştırdığı SS teşhisini reddetti; kendisinin beyin yıkamasına maruz kalmadığını söyledi.
4. Sendromun tanımlanmasından önce de sonra da bu şaşırtıcı kavramın çeşitli versiyonlarını işleyen öykü ve filmler olmuştur. Örneğin George Orwell ‘1984’ isimli romanını 1949 yılında yazmıştı ve kitapta Winston karakterinin, kendisine işkence yapan kişiye aşık olduğunu anlatmaktaydı.
5. İlk çekimi 1933 yılında yapılmış olan King Kong filmi de esasında bir SS öyküsüdür: Vahşi bir adada film çekimi yapılırken ada yerlileri filmin başrol oyuncusu sarışın kızı (Ann Derrow) kaçırarak canavara kurban etmek isterler. 8 metre boyundaki canavar K. Kong kızı kurban edilmekten kurtarır, onunla bir oyuncak gibi oynar, kız da onu sever. Yönetmen K.Kong’u kafes içinde göstererek para kazanma peşindeyken, kız onu kurtarmaya çalışır…
6. Costa Gavras’ın 1979 yapımı Mad City filminde ise, müzedeki işine tekrar dönmek için müdürle tartışırken, blöf amacıyla çıkardığı silahı kazayla patlayan bekçi (John Travolta), polisin binayı sarması üzerine panikler ve müzede tur yapmakta olan çocukları rehin alır. O sırada müzede bulunan bir TV yorumcusu (Dustin Hoffman) bir yandan eylemi naklen vermekte, bir yandan da sempati duyduğu bekçiyi polislerin öldürmemesi için korumaya ve arabuluculuk yapmaya çalışmaktadır. Bekçi çocuklara sevecen davranmakta, çocuklar da onu sevmektedir…
7. Ülkemizde hem çizgi animasyonu, hem de TV dizisi olarak gösterilen Güzel ve Çirkin (Beauty and the Beast) filminde; zengin, yakışıklı ama kötü kalpli adam, kapısına gelen yaşlı büyücü kadını kovduğu için çirkin bir yaratığa dönüştürülür. Köyün fakir ve güzel kızı (Belle) çirkin adamın evine hizmetçi olarak gelir; adam ona da kötü davranır, eve hapseder, ama kız gene de adama âşık olur. Adamın zamanla huyu düzelir, hayvan görünümlü yüzü gene eski yakışıklı haline döner…
8. Diğerleri: The Simpsons dizisinin bir bölümünde de evin babası Homer kaçırılmış ve SS geliştirmişti. Terence Stamp’ın oynadığı 1965 yapımı The Collector, Woody Allen’in Sleeper (1973), Sidney Lumet’nin Dog Day Afternoon (1975), Nick Cassavetes’in John Q (2002), David Hackl’ın Saw (Testere, 2008) filmleri, Stockholm Sendromunun örneklendiği öyküleri olan başka yapımlardır.
Psikolojik yorumlar
Psikanalistler zorba kişilere karşı duyulan sempatiyi, hemen akla geliveren mazohizm’den farklı biçimde; bir başa çıkma (coping) mekanizması, bir çeşit transferans olarak yorumlamaktadırlar. Başka bir ifadeyle;“Güçlü saldırgan ile özdeşleşmeye veya boyun eğerek onun buyruğuna girmeye dayanan bir savunma mekanizması.”
Pragmatik açıdan bakıldığında, bir rehine eğer saldırgana uyumlu davranırsa ve kendini ona sevdirirse, onu kısmen de olsa kontrol edebileceğine, şantaj amacıyla kurban seçme durumu olursa kendisine ayrıcalıklı davranması ve zarar vermemesi için ondan yana görünmenin yararına inanabilir (Survival Identification Syndrome, Common Sense Syndrome). Burada, yaşamı korumaya yönelik kurnazlık politikasının sınırının aşılması; empati kurulması, transferans yapılması, yarı-hipnotik durumlardan hayranlığa ve aşka kadar abartılması da mümkündür. Saldırganın küçük bir iyiliğine aşırı pozitif anlamlar atfedilmesi ve yüceltilmesi, bireyin olayı gerçekçi değerlendirmesini bozar. Saldırganın aslında iyi olduğu, eyleminde bazı erdemler bulunduğu gibi zihinsel çarpıtmaların esiri olabilir. Ancak rehin alan kişilerin fiziksel veya sözel kötü davranışları, etkilenmeye müsait kişilerde bile sendromun gelişmesini durdurmaktadır.
Havacılıkta Stockholm Sendromu
24 Aralık 1999 günü Nepal’in Katmandu şehrinden kalkan Hindistan Havayollarına ait 814 sefer sayılı uçağı kaçıran Afgan gerillaları, bir dizi pazarlıktan sonra uçağı Afganistan’ın Kandahar şehrine indirdiler; 3 Taliban terör suçlusunun salıverilmesi ve 200 milyon dolar fidye karşılığı rehin yolcuları da bıraktılar. Bu korsanlık eylemi sırasında yolcularla iyi ilişkiler kurdular; şarkılar, şiirler, oyunlar yaşgünü kutlamaları vs. yaptılar. Rehin çocuklar korsanlara “amca” diye hitabetmekteydi. Ama korsanlar bu arada isteklerini kabul ettirmek için bir yolcunun da boğazını kesmişlerdi. 1985 yılında Beyrut’ta kaçırılan TWA 847 uçağında yolcular 2 hafta rehin kalmışlar ve güvenlik güçlerinin kendilerini kurtaracak bir operasyon yaparken öldürülmekten korkmuşlardı. Ama rehinelerin hiç birinde SS görülmediği bildirildi.
Banka, uçak gibi dar alanlarda rehin tutulmak ile, insanların kontrolünün çok daha zor olduğu gemi gibi geniş alanlarda rehin tutulmanın önemli farkları vardır. Bu nedenle büyük gemilerde SS gelişiminin görece zor olacağı öne sürülmektedir. Uçak kaçırma olaylarında saldırganla sempatik ilişki kurmanın “uçuş içi güvenlik kartı” gibi işlev gördüğü; ama bunun ters tepmesi ihtimalinin de olduğu; ona hak vermenin, onu eyleminde daha ısrarcı ve acımasız yapabileceği söylenmektedir.