Herkesin bildiği sırlardan biri de, sivil havacılığımızda işlerin pek yolunda gitmediğidir. 2008 yılı Ocak ayında havayolları pilot grubuna uyguladığımız bir ankette, pilotların çoğunluğu, sistemde uçuş kazalarını kolaylaştırabilme potansiyelinde sorunlar olduğunu, bunların da eğitim, yorgunluk ve yönetim hataları üst başlıklarında yoğunlaştığı kanaatlerini öne sürmüşlerdi. Bu sonuçları WOW Otel’de yapılan bir panelde açıklamış, daha sonra yazdığımız bazı yazılarda da duyurmuş, ama yetkililerden bir yanıt alamamıştık. Kâr rakamlarıyla, yeni konforlu uçaklarla, destinasyon sayılarıyla üstü örtülmeye çalışılan ciddi sorunların varlığı için kanıt isterseniz, dünya ülkelerinin kaza oranları sıralamasına bakmanız yeterlidir. Maalesef Türkiye’nin profili batı ülkelerine göre en az 10 kat olumsuz görünüyor (www.airdisaster.com/statistics).
Yanlışın bir bölümünün SHGM’de, bir bölümünün de bazı şirket yöneticilerinde olduğu biliniyor. Çalışan grupların hiç mi payı yok? Tabii ki var! Yönetim bu kadar kötü ise, oradaki çalışanlar niye işlerine devam ediyor ve sorumluluğa ortak oluyor? Gerçekçi olacaksak, hataların bir bölümünü de sistemi sırtında taşıyan kokpit ve kabin ekiplerinde, hava trafik kontrolörlerinde, teknik ve diğer yer personelinde (birkaç uçuş doktoru da dahil) aramalıyız.
Bu bağlamda ilk özeleştiri taşını pilotlar attı; eğitim ve İngilizce yetersizliklerinden, kazalardaki pilotaj hatalarına kadar kendilerini eleştirme cesareti gösteren pilot arkadaşlarımız çıktı. CRM sorunları ilk kez bu kadar sık konuşuldu. “Dandik pilotlar olduğu” tezi de ilk kez bir kıdemli pilot tarafından dillendirildi. Buna çok yoğun tepki gelmemesi, “evet maalesef böyleleri var” manâsında bir ikrar (kabullenme) olarak yorumlanabilir ki, bir olgunluk belirtisidir. Eskiden olsa, dernekler ayağa kalkar, mahkemeye verme tehditleri havada uçuşurdu... Artık galiba kendimizi eleştirebilme olgunluğuna doğru yol alıyoruz... Bu iyi bir şey. Ama yeterli mi? Hayır, yetmez! Bundan sonrasında ya bugüne kadar yaptığımız gibi, bu sayfalara öfkelerimizi dökmeye devam edeceğiz; birbirimizle çekişeceğiz, kayıkçı kavgalarını sürdüreceğiz ve sonuçta havada uçuşan lâflardan öte hiçbir olumlu gelişme sağlayamadan, eski tas-eski hamam gidecek... Ya da bilgilerimizi, aklımızı, cesaretimizi birleştirip güçlü bir ses çıkaracağız, bizi dinlemek zorunda kalacaklar, yanlışlar böyle düzelecek... Organize olmadan, işbölümü yapmadan bunu gerçekleştiremeyiz...
1,5 ay kadar önce, havacılığımızın selâmeti için tarafsız-bilimsel bir platform olarak Havacılık Akademisi kurma önerisi-çağrısı yapmıştık. (http://www.airkule.com/default.asp?page=yazar&id=277). Çağrımız herkese idi, ama sadece sorumluluk hisseden bir avuç kişiden yanıt geldi. Sonra arkası kesildi; böyle bir platforma destek verenler umduğumuzun çok altında kaldı; özellikle de kurumsal hiçbir katılım arzusu gösterilmemiş olması manidardı... Neden organize olamıyoruz? “Başkaları yapsın, ben sorumluluk almayayım, sürece sadece eleştirilerimle katılayım...” tutumu görülüyor.
Duruma uyan bir hikâye:
Osmanlı devrinde "Acaba Ay'da kimse var mı?" sorusu düşmüş milletin aklına. Bunu öğrenmek için de bir çare düşünmüşler: "Ahaliyi Sultanahmet meydanına toplarız. Hep bir ağızdan HEY diye bağırtırız. Çok yüksek bir ses çıkacağı için nasıl olsa Ay'dan duyulur, eğer orada kimse varsa bize cevap gelir!"
Günü geldiğinde saray memurları binlerce kişiyi Sultanahmet Meydanına toplamış, "Ey ahali! Bir, iki, üç diye sayacağız, üç denildiğinde hep bir ağızdan 'Heeey!' diye bağıracaksınız.” Ahali "tamam" demiş. Padişah da gelip makamına kurulmuş. Bu arada kalabalık arasında bulunan bir fâni kendi kendine, "Ben boşu boşuna bağırmayayım, nasıl olsa onların sesi yeter, bir eksik bir fazla, benim bağırmadığımı kim fark edecek" diye düşünmekte imiş. Sonra mabeyinciler "biir, ikiii, üüüç!" diye seslenmiş. O da ne! Kalabalıktan hiç ses çıkmamış! Çünkü meydandaki herkes o kurnaz gibi düşünmüş. Nasıl olsa başkaları bağırır diye kimse bağırmak zahmetine girmemiş…
Türkiye'nin bugünlere nasıl geldiği sorusunun cevabı bu öyküde saklı gibi: Herkes sorumluluğu birbirinin üstüne atıyor; ben işime gücüme bakayım, taksitlerim var, “kör olası hanede evlâd-ü ıyâl var” diyor; nasıl olsa birilerinin çıkıp mücadele edeceğini düşünüyor. Gerçekten de bir takım insanlar çıkıp öncülük ediyor, ama çoğu zaman yalnız kalıyor... Hani Nasrettin Hoca’yı sözcü seçip Timur’a fillerinin çevreye zarar verdiğini arz edecek olan ahalinin son anda korkup Hocayı yalnız bırakmaları hikâyesinde olduğu gibi…
Havacılık Akademisi kurma çağrımızı yineliyoruz. Lütfen destek olun, bireysel veya kurumsal olarak bu harekete vereceğiniz destek, belki de yanlış giden bir şeylerin düzelmesinin başlangıcı olacak. Duyarsız kalmanın da bir vebali var… Bir bilgenin dediği gibi; “İnsanlar sadece yaptıklarından değil, yapmadıklarından da sorumludur”
Not: Kuruluşa destek olmaya istekli kurum ve kişilerin şimdilik şahsıma bir e-posta atmalarını bekliyorum. Kimseden para-pul beklentimiz yoktur; fikir ve güçbirliği istiyoruz. Patronajı olmayan bu oluşumun sonraki adımları bir toplantıda hepbirlikte kararlaştırılacaktır.